27 Eylül 2011 Salı

Supernatural 6. Sezon Değerlendirmesi [SPOILER]

Supernatural, kendisini sevenler için büyük bir hastalık.

Ancak, gene de, 6. sezon itibariyle, bu sevda dönüşü olmayan bir yola doğru sapıyor mu diye düşündürüyor insanı. İzlemesi zor bir sezondu 6. Daha iyisini beklerken elinizdekiyle idare etmeye çalışmak.

İyisiyle, kötüsüyle, değişik bir sezondu.

7. Sezona başlamadan, kişisel bir değerlendirme için buyrun [SPOILER]:

Sevdiğin şeyi eleştirmek, gerçekten biraz zor. Ama tüm sezonları karşılaştırdığımızda, 6. sezonun diğerlerinin yanında biraz daha olsa geride kaldığını itiraf etmek gerekli. Kişisel sıralamam, sezon bazlı olarak:

3 = 4 > 2 > 5 > 1 > 6 şeklinde sanırım.

5. Sezonu da biraz güçsüz bulanlar vardır eminim, ancak hep söylediğim gibi, bu iki "hunter" kardeşin öylesine, hiçbir nedensiz doğada var olan kötülüklerle savaşmaları, bir “big bad” bulunmaması, Supernatural’ın ömrünü kısıtlayacaktı. Bence demons-angels-Apocalypse-Michael/Lucifer çemberi, Supernatural’ın beklediği kandı; 3. sezonla birlikte bir anda her şey hız kazandı, 4’de tavan yaptı ve 5’de bunun ekmeğini yedi ama kendisini de oldukça güzel bir seviyede sürdürmeyi başardı.

Tüm zamanlar içerisinde favori bölümlerimden birisi de, 5. sezonun son bölümü Swan Song idi. Michael-Dean / Lucifer-Sam bağlantısı, sezon ortasında açıklanmaya gerek olmayacak bir şekilde barizdi, ama gene de Gabriel’in bunu kafamıza vurması (hele ki Changing Channels gibi eğlenceli bir bölümle!) güzel işlenmiş bir sezonun en spot-on noktalarındaydı. Ve sezon finali, artık sonu çok belli bile olsa, Sam’in bir kez daha ölmesi ve tekrar hayata dönmesi ile bitti.

Ama yazarlar bu bölüme nereden girmeleri gerektiğini çok iyi biliyorlardı: Dean, Sam’i Lucifer’in bedeninde kafese gönderemese de, dünyanın sonu da gelse, tüm 5 sezonun asıl özünü anlattı orada: “I’m here Sam. I'll be here.” Dünyanın sonunda da, kendi ve kardeşinin ölümünde de onun yanındaydı. Ve bizim sevdiğimiz ve bildiğimiz Supernatural aslında buydu.

Bu dinamikten güç alan 5 sezonun ardından, 6. Sezon'da önce farklı bir yapıdaki Dean-Sam ilişkisini izlemek sanıyorum asıl zorluktu, ama ruhsuz-Sam (Sam-less de diyebiliriz) aslında bu sezonun en güzel tarafıydı. Ve elbette ki Crowley. Okuduğum bir yazıda, Crowley’in Sezon 6’nın Femme Fatale’i olduğu yazıyordu. Ne kadar da doğru! Bu kadar manipulatif bir kişi, veya demon, olabilir mi hiç?

Gene de, dönüp vardığımız yer sanıyorum bu sezonun aslında neyle uğraştığını bildiğini iddia edip, hiçbirşeyle uğraşmaması. Önce Sam-less vardı, sonra Crowley, sonra Eve, sonra gene Crowley ve sonra.. Castiel?! Tamam, fangirl kalbim, Dean ile Castiel’in ayrılmasına karşı olduğu için böyle bir tepki veriyor olabilir ama, gerçekten uzun vadede, son yılların en iyi twist’lerinden biri olabilecekken bu konsept, neden beklenildiği kadar başarıya ulaşmadı? Çünkü bizden Cass’in aslında evil side’ı seçtiğini bir bölümde kabullenmemizi ve hatta “Bak siz görmediniz ama, Cass böle yaptı görünmezken! İşte bak Crowley’le böyle konuştu! Dean’in yanına böyle gitmişti ama o artık emekli olmuştu o yüzden konuşmadı! Bak! Bak!” gibi bir anlatımla inanmamızı beklediler.

Tamam, kabul ediyorum, The Man Who Would Be King, benim için 6. sezonun en iyi bölümlerinden birisiydi. Galiba bu da biraz drama sevdiğim için olabilir. Çünkü ben Winchester kardeşlerin arabada oturup “hislerinden” bahsettikleri anları, kendilerine kurdukları “iki oğlan çocuğu, bir eski alkolik ve bir düşmüş melek”den oluşan aileyi, birbirlerini defalarca “neredeyse” yüzüstü bıraktıktan sonra birbirlerine %100 güvenle geri dönmelerini, en az avlandıkları anlar kadar (belki birazcık daha fazla) seviyorum. Bu yüzden de Cass’in onları aldattığını anladığı anda Dean’in yüzündeki o ifade, benim için bölümü bitiren andır. Cass’in Dean’e bağlılığını anlatması, gece ona gelmesi, karşılıklı ikna çabaları… iç acıtır. Aslında fazla altyapısı yoktur bunların, ama hikayeyi anlarsınız. Cass, kibirli bir melektir artık. Free will olgusunu yanlış anlamıştır, ama onu manipüle etmeyecek bir Dean yoktur artık yanında, kendisini tanrı ilan etmek isteyen Raphael vardır, onu yanına çekmeye çalışan, baştan çıkarıcı, femme fatale Crowley vardır… Dean yoktur. İşlerin nasıl böyle bir anda karmakarışık olabileceğini, Cass’in bir yandan Sam ile Dean’in koruyucu meleği olabileceğini, bir yandan da kendi kibrine kanıp, doğrudan sapabileceğini görebiliyoruz. Ama bunu 20. bölümde görmemiz mi gerekirdi? Biraz daha erken, bunun bazı ipuçları verilemez miydi? Tipik bir sci-fi yapımı gibi işler saçma bir noktaya geldiğinde doğrudan o sorunu çözecek ve ilk o bölümde duyduğumuz bir silah yaratmak gibi bir twist’di bu. Ne yazık ki bu yüzden çok işe yarayamadı.

Gene de, önümüzdeki sezonla ilgili Misha Collins ve gelecek planlarını duymamış olsaydım, "Darth Cass" ile ilgili farklı hislere sahip olabilirdim.

Her neyse... Fazla sarmadan değerlendirmeye geri dönecek olursak;

6. sezondaki asıl sıkıntı son bölümde de ortaya çıkıyor. Crowley ile işbirliği yapan bir Cass var karşımızda. Purgatory’yi boşaltacaklar, ya da Apocalypse yeniden olacak. Ama son bölüm, gene de Sam’in ruhunu tamamlama hikayesi ile başlıyor. Bu, ana hikayeden soğutuyor biraz sizi. Kötü değil, izlenmez değil, ama ana hikayenin biraz dışında ve tüm “Sam ile ruhu” hikayesini sadece gelecek sezona yatırım amaçlı izlediğinizi hissediyorsunuz. Sam'in ruhunu kaybettiği zamanlarda böyle değildi ama. Hikaye vardı, bir amacı vardı, bir olay döngüsü ve sonucu vardı. Şimdi ise, her şeyin gelip çattığı son bölümde, sanki ana hikayeden çalıyorsunuz hissiyatı veriyor Sam’in hikayesi. Aslında, çok yazık.

Kısacası, Supernatural 6. sezonu en iyi anlatan cümleler, bu bölümü de anlatıyor: Bu hikaye, aslında gayet güzel, ama neden bu kadar dağınık anlatılıyor? Neden hiçbir amaca hizmet etmiyor gibi? Bizim Supernatural’ımıza ne oluyor?!

Belki bu değerlendirme biraz tümden gelir bir yaklaşımı içeriyor. Oysa tüm sezonu kaplayan bir var olan “sağlam hikayeyi doğru aktaramama” ve aslında sonucu belli bazı maddeleri boşuna kullanmak durumu hakim gibi.

Doğrudan en sevmediğim hikaye ile başlayalım: Braeden ailesi. Geçtiğimiz sezon sonundan beri, Lisa ve Ben hikayesinin aslında çıkmaz bir sokak olduğunu hepimiz biliyorduk. Dean’in aslında bir baba olmadığını, bir "katil" olduğunu anlaması için gerçekten bu kadar uzatmak gerekiyor muydu? Dean’in Sam’i kaybettikten sonra doğrudan koşup gideceği insanın Lisa olması da gene bir-iki bölümde yaratılmaya çalışılan bir illüzyon hissiyatını ne yazık ki aşamıyor ve Supernatural bu konuyu da gene tam ele alamıyor. Dean, Lisa’yı ve Ben’i sözde kendince seviyor, ama sanıyorum kendisini yerleşik hayatta bir kadınla görmeye dayanamayacak fangirl’leri memnun etmek adına, Sam ile konuşurken “Beni sen Lisa’ya ittin! Ben istemedim!” diyor. Sadece birkaç bölüm sonra onları bıraktığında, içimizin de rahat edebilmesi için. O zaman neden bu konuda acı çektiğine gerçekten inanalım? Ben inanmıyorum ve Dean’in her gözleri dolduğunda ben gözlerimi deviriyorum. Supernatural! You can’t have it both ways!

Ve sonra, Lisa’nın Dean’e sadece ve sadece doğruyu söylemek zorunda kaldığı o telefon konuşması… “Sam ile senin ilişkin, benim hayatımda gördüğüm en sağlıksız, en karmakarışık, en saçma şey” diyor Lisa. Bu, yazarların doğrudan gene fan’lerin önüne attıkları bir dilim et. Supernatural iğneyi kendisine batırıyor yanılgısının bir ürünü olan “Supernatural’da kardeşler arası bir homoerotic subtext var” hezeyanı. Hayır Lisa… Dışarıdaki fan’ler bunu böyle algılayabilirler, biz bunu böyle görebilir ve Wincest’den zevk alabiliriz ve Tarantino’nun da dediği gibi gerçekten de: “Gay subtext always makes every movie better." Ama, Supernatural dünyasında, yani Sam ile Dean’in gerçekten yaratıklarla ve demonlarla ve meleklerle ve Tanrıyla uğraştıkları o dünyad,a bu ikisi kardeş ve bugüne kadar sadece birbirleri sayesinde var olmuşlar. O yüzden Lisa, hayır, bu ikisinin ilişkisinde karmaşık, saçma, sağlıksız hiçbirşey yok. Onlar bu dünyada büyümek zorunda bırakılmış ve birbirlerinden başka kimsesi olmayan iki çocuk. O yüzden, Sam döner dönmez ikinci sıraya inmen gerçeğiyle yüzleşemiyor olman, doğruyu söylediğin anlamına gelmiyor. Keşke, yazarlar da fangirl’lerin suyuna gitme heveslerinin dışında bunu da bir kez daha dile getirseler…

Bu noktada, Supernatural’ın kendisini çok ciddiye almadığını gösteren ve dizinin en en en meta bölümünü içeren 15. bölüm The French Mistake’e de değinmemiz gerekiyor. Aslında, meta bölümlerin suyunun çıkmaya başladığını, biraz daha fazla bu durum gözümüze sokulursa komiklikten çıkıp artık "obvious"a gireceğini düşünüyordum. Gerçekten de The French Mistake, konu itibariyle, bölüm sonunda meleklerin karşılıklı bize her şey anlatıyor olmaları dışında (kim bunu yapar ki?!) hiçbir ekleme yapmıyor. Oysa ortada bir Crowley meselesi var, Eve var, Raphael var... Ama bu bölüm, gene de, çok meta ve çok eğlenceli. uzun zamandır böyle güldüğümü hatırlamıyorum. Sam ve Dean’in kendilerini “Jensen Ackles” ve “Jared Padalecki” adlı iki aktör olarak “Ssupernatural” adlı dizinin çekiminde bulmalarından daha komik bir şey izlemedik bu dizide henüz ("Jensen, Jared, Misha? What’s with the names around here?!").

“Oh.. Season.. Six” diyor faux-yönetmen, 6. sezon çekimlerinde her saçma bir şey olduğunda. Gerçekten de biraz öyle bir altıncı sezon oldu bu. “Supernatural has jumped the shark” sözünün neredeyse doğru çıkarak bir sezondu işte.

Ama umut? Var. Dean ve Sam’in olduğu her yerde ne yazık ki benim için umut var.

Ve Supernatural 7. Sezon, başlıyor!

3 yorum:

  1. ne yazıkkı eski bölümler görmek çok zor... artık 6 yıl önceki yazı vay be...

    YanıtlaSil
  2. ne yazıkkı eski bölümler görmek çok zor... artık 6 yıl önceki yazı vay be...

    YanıtlaSil